9 Şubat 2011 Çarşamba
Alper YALMAN - “Issız Adam Filmi ya da Çağan IRMAK Cinliği(*)
Filmi olumlamak için, modern zamanlarda kalabalık içinde yalnız yaşayan bir ruh da denilebilir.
Bir sakıncası yok.
Bir aşk filmi olarak sunulması ya da öyle algılanması da mümkündür. Bir dram ve aşk filmi demek için öyle sunulmuş olmasını sorgulamadan kabul etmek de mümkündür. Ancak değişik görme biçimlerinin olabileceğini de düşünmek gerekiyor.
Filmi izlemeden önce film hakkında yazılmış çok sayıda yorum ve övücü yazılar okudum. Aynı yönetmenin “Babam ve Oğlum” filmini izlediğimden ve “Issız Adam” filmi hakkında olumlu eleştirileri okuduktan sonra filmi izlemeye karar verdim.
İzledikten sonra bu filme ağlayanlara çok şaşırdığımı ifade etmekle başlamak istiyorum.
Daha önce aynı yönetmenin bir taşra melodramından başka bir şey olmayan “Babam ve Oğlum” filmine ağlayanların çokluğuna da hayret ettiğimi hatırlıyorum.
Alper (filmde esas oğlan) bir gurme aşçı ve yemek yapmasını nasıl öğrendiğini soran sevgilisi Ada’ya (filmde esas kız) çocukluğunun geçtiği Tarsus’taki evde tek sıcak yer olan mutfakta ders çalışırken annesini izleyerek öğrendiğini ya da konuya ilgi duyduğunu söylüyor. Hatta hayatta tek mutluluğunun yaptığı yemeği yiyenlerin yüzündeki beğenme ve haz ifadesini izlemek olduğunu belirtiyor.
Aslen güneyliyim. Tam olarak Adanalıyım. Benim bildiğim, Tarsus’ta normal bir erkek çocuk annesinin yaptığı yemeğe sadece karnını doyurmak için ilgi duyar. Eğer Alper annesini izleyerek ona bir kız çocuğunda olması gereken ilgiyi duyuyorsa burada bir sapma var demektir. Bu durumda kahramanımız çizgi dışı biri olduğunun ilk ipucunu veriyor.
Önce böyle bir sapmanın varlığını not etmek gerekiyor.
Filmin başlangıcında ise genellikle fahişelerle ve önüne gelenle yatan ve ters ilişki gibi çok değişik cinsel kombinasyonlar deneyen biriyle karşı karşıyayız. Hatta ilk sahnesinde internet üzerinden yazışarak “tek şartım var altta yatmam” diyerek evli olduğu belli bir kadının evine gidiyor ve kadının gözlük takmış kocasıyla aynı odaya girerek kapıyı kapatıyor. İçeride neler olduğunu tahmin etmesi zor olmamalıdır. Kapının kapanmasıyla kesilen sahnenin, olgun bir kadın, kocası ve Alper’in üçlü bir seks yaptıkları bellidir. Bazen de oldukça genç bir fahişenin ellerini karyolaya bağlayan diğer bir fahişenin yanında tecavüz edercesine ters ilişkiye girdiği anlaşılan başka bir sahne de var. Bu sahneler Alper’in seksüel tercihlerinde ve hazlarında farklı biri olduğunu vermek için çekilmiş kuşkusuz. İster seksüel ister duygusal, kadınlarla ilişkisinde onlara acı verme var. Sanki onlardan intikam alıyor. Annesi ve sevgilisiyle kendi lokantasında yemek yerken de annesinin bir konuyu heyecanla anlatırken bardağı devirmesi üzerine duygusuzca, oldukça sert ve herkesin duyabileceği şekilde yüksek sesle “Anne!” diye bağırarak onu küçük düşürmesi de bunu gösteriyor. Alper kadınlardan pek hoşlanmıyor. Burada eleştiri konusu olacak bir şey yok. “Normal” bir seks yaşamı olmadığı da çok açık…
Oldukça “çapkın” olan kahramanımız bir gün bir sahafta Ada ile karşılaşıyor. Otuzlu yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz Alper, entelektüel cümleler ve tavırlarla Ada’yı kendine aşık etmeyi başarıyor ve tanıştıklarının hemen sonrasında da evine davet ederek başarısız bir seks yaşıyor. Ada Alper’in ev davetini kabul ediyor ve giderken hediye olarak Alper’in meraklısı olduğu 70’li yılların şarkıcısı Nil Burak’ın bir plağını götürüyor. Bu arada kahramanımız Ada’ya aşık oluyor. Daha doğrusu yönetmen bize böyle sunuyor. Derken sahibi ve aşçısı olduğu Beyoğlu Tünel ya da Asmalımescit civarlarında olduğu izlenimi verilen yarı-entelektüel lokantasına götürüyor ve çalışanlara sevgilisi olarak takdim ediyor. Alper bunu ilk kez yapıyor. İlk kez bir kadınla, Ada ile aynı yatakta sabahlıyor ve bundan çok huzursuz oluyor. Daha sonra huzursuzluğu geçmemekle birlikte hafifliyor. Tarsus’tan otobüsle gelen annesini Harem otobüs garında Ada ile karşılıyor. Anne bir düğüne gelmiştir ve nikah şahididir. Karşısında Ada’yı görünce temkinli bir sevinç yaşıyor. Bir ara yalnız kaldıklarında oğlunun “farklı” olduğunu ve Ada’dan onu asla bırakmamasını istiyor. Demek şu halde anne, oğlunun bir sevgilisi olduğuna hem şaşırıyor hem de çok seviniyor. Annenin misafirliği bitip tekrardan Tarsus’a yolcu edilmesinden hemen sonra Alper Ada’ya ayrılmak istediğini açıklıyor ve zavallı kızın en sevdiği yemek olan yaprak dolmasını boğazına düğümleyerek gözyaşlarına boğuyor.
Bu ayrıntıları neden yazdığıma birazdan geleceğim ama daha önce başka ayrıntılar var.
Devam ederken burada bir soru ortaya çıkıyor. İtirazlarına rağmen annesine bir defada iki bin YTL havale gönderen Alper, nasıl oluyor da uçak korkusu olduğuna dair hiçbir yerde bir işarete rastlanmayan annesini, son yıllarda bilet fiyatları otobüs fiyatından en fazla iki misli olan uçak bileti göndermiyor ki… İnternetten kadın “araklayan” biri için bunun bir çocuk oyuncağı olması gerekir. Para sorunu da yok üstelik. Zavallı kadın Tarsus’tan İstanbul’a kadar 13 saat süren bir yolculukla boşuna yoruluyor. Bunu da anlamak mümkün değil.
Filmde başka bir epizodu yazmak için küçük bir tekrarla devam edelim. Bir ay kadar süren aşktan sonra Ada, Alper’e; Alper, Ada’ya tamda aşık olmuşken, kahramanımız Alper, en mutlu anında Ada’ya durduk yerde ayrılmak istediğini söyleyiveriyor ya, gerekçesi de “normal” bir ilişkiye alışamaması ya da böyle bir ilişkiyi istememesi… Birbirlerine aşık olmalarına rağmen ayrılıyorlar. Ancak ayrılmadan bir ay kadar önce birbirlerini yeni tanırken kız, oğlana, kendi hayat hikayesini oğlan da kıza kendi hayat hikayesini anlatıyor. Meğer bizim Alper bu lokantayı açmak için babasına iki tarla sattırmış.
Demek ki Alper mesleğe tepeden inme gelmiş bir gurme aşçı. İşte şimdi olmadı. Burada da bir sapma var. Alper yeni tanıştığı Ada’ya evine davet edip yemek yaparken bir gurme aşçının yaptığı yemeğin nasıl yenileceğine dair ders veriyor. Aslında izleyiciye ders veriyor. Şarabı içmeden önce yemeğin tadına bakılması gerektiğini belirtiyor. Ancak böyle yapılırsa yemeğin tadına varılabileceğini öğütlüyor. Gerçekten de öyle mi? Şimdi bu, ta çıraklıktan ve aşçı okullarında yamaklık yaparak demir disiplin altında burnunu sürterek şef olmuş biri için son derece kitabi kaçan bir öğüt olmalıdır. Ya da yemeğe önce şaraptan bir yudum alarak başlanması gerektiği konusu, şefler ve gurme yazarları arasında tartışma konusudur. Alper’in yorumu ve tarzı “önce yemekten tatmak daha sonra şaraptan” şeklindedir ve bunun tersinin yanlış olduğunu ileri sürüyor. Olabilir ama bu işin, son yılların moda deyişiyle söyleyecek olursak, küresel ölçekte aşçılık mesleğinde en yüksek rütbe olan üç yıldızlı Michelin mansiyonlu ve 2008 yılında Fransa’nın en iyi aşçısı seçilen Yannick Alléneo ise tersini söylüyor. Çünkü şarabın kalitesi ve sunulan yemekle uyumunun, öncelikle şarabın yemeğe göre seçilmesi ve bu seçimin de önce tadarak yapılmasından başka bir yol bulunmuyor. Koklayarak sadece şarabın alkol derecesi ve içinde gizli çeşitli aromaların kokuları tespit edilebiliyor. Bu durumda lokmanın üzerine şarabın yudumlanması ise son derece taşralı kalıyor. Çünkü önce şarap tadıldıktan sonra yenecek olan yemekle olan uyumu tespit ediliyor. Daha sonra bir yudum su ile ağız ve dil üzerindeki şarabın kalıntısı su yutularak giderildikten sonra yemek tadılıyor. Bu eylemden sonra ise, kısa bir süre düşündükten sonra hafif uzaklara bakıp “hımmm enfes” demek ise adetten sayılıyor; kibarlık ve saygı gösterisidir.
Demek şu halde bu konuda görüşler farklı olabiliyor. Bunlar, bir yemeğin sunulmasında ve tadılmasında nereden başlanması konusundaki sonradan görme Amerikalı gurme yazarlarıyla Fransız şefler arasındaki ideolojik farklılıktır. Bir diyeceğimiz olamaz. Ancak Fransızların bu konudaki becerileri ve Amerika’daki en iyi şeflerin hali hazırda Fransız olduklarını düşünecek olursak, burada da bir sapmayla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz.
Fark edileceği üzere sapma sayısı giderek çoğalıyor.
Aşçılığı mutfakta ders çalışırken annesinden “kapan”, lokantasını ise hiçbir ara aşamadan geçmeden babasına iki tarla sattırarak açan ve gazetelerin genellikle beleşçi “gurme” yazarlarından övgüler alan Tarsuslu bir gurme aşçının, bu konuda nereden edindiği belli olmayan yemek yeme ideolojisinin altı boş görünüyor. Onun bu tarzda yemek yemeyi öğütlemesinin kendine ait olmadığı, sahaflardan bulunmuş olma ihtimali yüksek bir yemek kitabından edindiği kültürle bize kakalamaya çalıştığı anlaşılıyor. Çağan Irmak bize, Alper gibi sonradan olma zoraki bir gurme aşçının ağzından, yemek yeme kültürü vermeye çalışıyor. Hoş görülebilir ancak daha önce solcuların acılarını meze yaparak milleti ağlatıp isim yaptıktan sonra, yaptığı her filmi yedirebileceğini sanıyorsa çok yanılıyor. 12 Eylül sonrasını büyük bir tevazu ile anlatmaktan imtina eden solcuların, minimal düzeyde gösterebildiği acılarını film yaparak, milleti ağlatmaktan helak eden bu arkadaşın cinliği bu filmde tutmayacak gibi.
Gelelim bu filme ağlamaktan helak olan milli ağlamacılarımızın çok beğendikleri son sahneye.
Alper’le Ada, ben diyeyim 6, siz deyin 7 yıl gibi epey bir süre sonra bir pasajda karşılaşıyorlar. Alper Ada’nın karşısında oturan en yakın arkadaşından hareketle Ada’yı ensesinden tanıyor. Ayaküstü hoşbeşten sonra Ada evlenerek Londra’ya yerleştiğini ve kızının fotoğrafını ‘benimle evlenseydin bu çocuk senin olacaktı’ dercesine gösteriyor. Bu arada Ada’nın ayrıldıktan sonra Tarsus’a gidip Alper’in büyüdüğü ve gurme aşçılığı öğrendiği evin mutfağını ve yatağını ziyaret etmiş. Aşk bu işte, ne yaparsınız. Ben burada ağlanacak bir şey bulamadım ama ağlatmaya hazırlık yapıldığı kesin gibiydi. Daha sonra vedalaşıp ayrılacakken eşzamanlı bir biçimde dönüp şiddetli bir ses efektiyle sarılıyorlar. Sonra da ayrılıyorlar. Alper nereye gideceğini bilemeden pasajın girişinden bir sağa bir sola gidederek girişe sabitlenmiş kameraya çaresizlik görüntüsü veriyor ve film son buluyor.
Karşılaşmada ikisi de birbirine hala âşık olduklarını sesli değil ama zihinlerinden birbirlerine daha doğrusu kendilerine itiraf ediyorlar.
Hepsi bu kadar…
Ağlanacak ne var bunda anlamak mümkün değil.
Belki de ben ve benim gibi ellili yaşlarına gelmiş olanlar, son otuz yılda kendi yaşadıklarının yanında bu gibi yapay duygusallıkları küçümsüyor olabilirler. Belki de duygularımız körelmiştir, kimbilir…
Bitirirken toparlamaya ihtiyaç var:
I-Alper gurme aşçı falan değildir. Filmin yazarı ve yönetmeni bize öyle olduğunu kakalıyor. Bizim çok değerli sanat ve film eleştirmenleri de kakalanıp Alper’in bir gurme aşçı olduğunu yiyorlar ve öyle yansıtıyorlar. Birinin eğer ilahi yetenekleri yoksa, gurme aşçılık için meslek okulu eğitimi, stajları ve derece derece yükselmesi için en az bir 15-16 yılın geçmesi gerekiyor. 15 yaşında bu eğitime başlayan bir çocuk gerçekten yetenekli ve şanslıysa en erken 30 yaşında gurme şef olabiliyor. Haftada 5 gün ve günde 4 bilemediniz 5 saat çalışma karşılığında 15 ila 25 bin Avro maaş alıyor. Öyle, babaya iki tarla sattırıp tavadaki sebzelere iki takla attırarak gurme aşçı olunmuyor.
II-Filmin yazarı ve yönetmeni Çağan Irmak, büyük ihtimalle, gizli bir homoseksüeli anlatmaya çalışıyor ama dürüst, tutarlı, samimi ve açık olamıyor. Belki de kendini anlatma çabası içindedir. Ancak çekingen davranıyor.
III-Alper’in Annesi Tarsus’tan İstanbul’a gelecek. Bunu fırsat bilerek memleketinde bir kadınla olduğunun bilinmesini istiyor. Bu yüzden Ada’yı elde ediyor ve annesini büyük bir sevgisizlikle misafir edip, acımasızlıkla uçak yerine otobüsle yolcu ettikten hemen sonra, Ada’nın işi bitiyor ve ondan ayrılıyor. Ancak Ada harika bir iş yaparak Alper’in hiçbir zaman öğrenemeyeceği bir şeyi yapıyor ve ayrıldıktan sonra kalkıp Tarsus’a gidiyor ve Alper’in annesine ayrıldıklarını belli ediyor. Alper’in annesine dolayısıyla memleketine vermek istediği, hayatında bir kadın olduğu mesajının içini boşaltıyor.
IV-Ada aşkında samimidir ancak Alper değildir. Tekrar etme pahasına yeniden belirtmek gerekirse, Alper Ada’yı, memleketine ve izleyiciye karşı homoseksüalitesini gizlemek için tavlıyor ve kullanıyor. İşi bitince de başından atıyor.
V-Yanında çalışan şef garsonla platonik bir aşk yaşadığı izlenimi verilmeye çalışılıyor. Ancak Çağan Irmak bunun belirgin olmasına cesaret edemiyor. Şef garsonun oğlunu aralarına alarak ellerinden tutup sinemaya giderken, Amerikalı ya da Avrupalı bir seyirciyseniz, bunun mutlu bir homoseksüel aile olduğu izlenimine kapılabilirsiniz. Çağan Irmak bu filmi Avrupa’daki homoseksüel cemaatin gözüne girerek ödül üzerine ödül almak için tasarlamış görünüyor. Alper’in seksüalitesini “bizim” seyirciden ustaca gizlemeye çalışması, asıl hedefinin, Batılı izleyiciye Türkiye’deki bastırılmış seksüel yaşamlarla ilgili mesajlar vermek olarak ortaya çıkıyor. İlle de ağlanacak bir dram aranıyorsa o da budur.
VI-Ayrıca belirtmeye gerek var mı bilemem ama Batı Avrupa’da ya da Kuzey Amerika’da bir filmin başarısı, Yahudi lobisinin yanı sıra homoseksüel lobinin desteğini arkasına almasıyla garantilenebilir ancak. Bu durumda bu film, yerli seyirciye değil, Batıya yönelik olarak tasarlanmış ve yapılmış olma ihtimalini güçlendiriyor. Bu filmi Çağan Irmak’ın Batıya açılmak ve orada başarılı olmak isteği olarak anlayabiliriz rahatlıkla. Çağan Irmak’ın, “Babam ve Oğlum”daki taşra melodramıyla, yerli seyirciyi dünya ağlama liginde lider yapma cinliği bu kez tutacak mı bilinmez. Ancak Batılı bir izleyicinin filmin içinde tutarlılık ve cesaret arayacağını da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
VII-Normal insanların bu filme ağlamasını, ağlama isteğine bağlamaktan başka bir düşünce gelmiyor insanın aklına. Bu cinliği ve filmi ben yemedim. Yiyenlere afiyet-i gülbaharlar olsun.
VIII-Son söz olarak; aldatılmışlık duygusu içindeyim. Vereceklerini bilsem paramı geri isterdim.
(A. Y. 24 Kasım 2008)
* Tersakan Toros Dergisi 1. sayısı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder